HOŞGELDİN RAMAZAN

VEDÂ HUTBESİ

(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitab etti:



"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür."



"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.

Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.

Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin Rabia'nın kan davasıdır.

Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınızı; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.

Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman'a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.

Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

- Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

- Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.

- Zina etmeyeceksiniz.

- Hırsızlık yapmayacaksınız.

İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "

Sahabe-i Kiram birden söyle dediler:

"Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!"

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu:

"Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! "

SEN Mİ BENİ SEVDİN BEN Mİ SENİ

ALÂÜDDİN ATTÂR (K.S.) ANLATIYOR

Şâh-ı Nakşibend hazreteleri beni kabul edince, kendilerini o kadar sevdim ki, sohbetlerinden ayrılamayacak hâle geldim. Bu halde iken, bir gün bana dönüp;

'' Sen mi beni sevdin, ben mi seni sevdim?' buyurdu.

'İkrâm sâhibi zâtınız, âciz hizmetçisine iltifât etmelisiniz, hizmetçinizde sizi sevmelidir' diyerek cevap verdim. Bunun üzerine:

'' Bir müddet bekle, işi anlarsın' buyurdu. Bir müddet sonra, kalbimde, onlara karşı muhabbetten eser kalmadı. O zaman; 'Gördün mü; sevgi bizden midir, senden midir?' buyurdu. Beyt:

Eğer mâ'şûktan olmazsa muhabbet âşıka,

Âşığın uğraşması mâ'şûka kavuşturamaz aslâ!

AŞK VE ALLAH İÇİN SEVMEK

Zeyd b. Eslem buyurur ki:- Kişinin durumunun kemale erdiğine delalet eden şey; sabah akşam Allah için, hiç bir zaman masiyet'e önem vermemektir. Talib takva ve zühdünü sağlamlaştırdığı zaman, nefsi ona açılır ve nefs örtüsünden çıkar. Bu kişi nefsinin nasıl hareket ettiğini, onun gizli şehvetini, desiselerini ve büründüğü muhtelif kılıflarını bilir. Sadakata sarılan kimse sağlam bir kulpa sarılmıştır.Benî İsrail'de bir abid vardı. Kraliçelerden biri onunla aşk yapmak istedi. O da: "Benim için tenha bir yerde su hazırlayın da temizleneyim, dedi. Hemen sarayda bulunan yüksekçe biryere çıkdı. Ve kendisini boşluğa fırlattı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk, hava meleğine:- Kulumu tut, buyurdu. O da onu tuttu ve incitmeden yere koydu. İblis'e onu kandıramadın mı? diye sorulunca:"Heva ve hevesine karşı muhalefet eden ve kendini Allah için adayan kimse üzerinde benim hakimiyetim yoktur" cevabını verdi. (Avarifu'l-Mearif tercümesi, s. 663)Hace Ubeydullah Ahrar kuddise surun buyurur:Aşıkların gamı, şenliği hep O'dur.Kan, ücreti, hizmeti yine O'dur. Şayed bakılırsa maşukun gayrine, Kalmaz artık aşk, sevda sözü de boşdur. Aşk bir güneşdir, bakan gayra bakamaz,Aşıkı tüm yakmak maşukun yoludur. Yunus Emre hazretleri der ki:
Aşk gelicek cümle eksikler biterDüşmanımız kindir bizimKamu alem birdir bizeBen gelmedim dava içinBenim işim sevi için.Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.Abdülkadir Geylani kuddise sirruh hazretleri buyurur:- Allah'ı sevmek de cidden sadık ve samimî olan bir mürid, önceleri insanları gördüğünde, onlardan her hangi bir söz işitdiğinde veya bir dünyalığa nail olduğunda, daralır, sıkılır. Öyle ki, mahlûkattan hiç bir şey görmek istemez. Kalbi şaşalar, aklı gaib olur. Gözü kayar, o derecede ki, kalbinin basma rahmet eli gelib de, kendisine sükunet getirinceye kadar, bu hal üzre devam eder. İzzet ve celal sahibi rabbına yakınlık kokusunu koklayıncaya kadar esriklikden kurtulamaz. Allah'a yakınlık esansını kokladığı an ise derhal ifakat bulur, ayılır, manevi sarhoşluk ve vecd halinden kurtulur. Tevhidde, ihlasda, rabbını tanımada, O'nu bilmede, ve O'na olan muhabbetde iyice istikrar kesbettigi zaman ise kendisine sebat gelir. Halka karşı geniş olma, ve onlara tahammül etme duygusu hasıl olur. Allahü Teala'dan kendisine bir kuvvet gelir. Böylece hiç bir külfet duymadan, halkın ağırlıklarına katlanır, onlara yaklaşır, kendilerini arar, bütün meşgalesi halkın hizmetlerini görmek olur. Bu esnada Allahü zülcelal velkemal hazretleri ile beraber olmakdan da bir an dahî geri durmaz. (Fethü'r-Rabbanî, 20. meclis)AŞK HAKKINDA ALLAH DOSTLARININ SÖZLERİBu aşkı ben bilmez idim, bu bir aceb sevdayımışBir zerresi- ay-u güneş, bir katresi deryayımış Bu varlık imiş varlık kamu, iyi yavuz uçmak tamuGeri kalanı ey amû, bir kuruca da'vayımış,(Yunus Emre)Amu: Amca, Kamu: Bütün, hepsi. Uçmak: Cennet. Tamu: Cehennem.Canın aşk yoluna vermeyen aşık mıdır? Cehdeyleyüp ol dosta ermeyen aşık mıdır? Dost sevgisin gönülde, can ile berkitmeyen Tul-i emel defterin dürmeyen aşık mıdır? Aşka danışık sığmaz, değme can göğe ağmaz. Pervaneleyin od'a yanmayan aşık mıdır? Nefs arzusundan geçib, aşk kadehinden içib
Dost yoluna er gibi durmayan aşık mıdır? Dün, gün riyazet çekib, halvetlerde diz çöküp Sohbetlerde baş çatub yanmayan aşık mıdır?Yunus şimdi ol dostun cefasına sabreyle.Yüreğine aşk od'ın urmayan aşık mıdır? (Yunus Emre) Tûl-i emel: Tükenmez arzu. Od: Ateş. Riyazet: Dünya zevkinden kaçınıb, kanaat ile yaşamak. Halvet: Tenha, yalnızlık.Bir gün İbrahim Ethem kuddise sirruh hazretleri Cebrail aleyhisselam ile karşılaşdı. Cebrail aleyhisselam'ın elinde tomar tomar kağıtlar vardı. İbrahim Ethem hazretleri merakla sordu:- Elindekiler nedir?Cebrail aleyhisselam cevaben:- Onlara Allah dostlarının isimlerini yazdım.- Acaba benim ismim de yazılı mı?- Hayır senin ismin yazılı değil. İbrahim Ethem hazretleri üzüldü, hüzünlendi, kırık bir kalble tekrar dedi ki:- Amma onları seviyorum. Cebrail aleyhisselam bir müddet gaib olduktan sonra tekrar göründü ve dedi ki:- Rabbımdan şimdi emir aldım. Senin ismini en başa yazdım.Yunus Emre hazretleri buyurur:Ben gelmedim dava içinBenim işim sevi içinDostun evi gönüllerdirGönüller yapmağa geldim.Gene buyurur:Yaratılmışı severizYaratandan ötürü.Bir defasında da şöyle der:Hakkı gerçek sevenlere
Cümle alem kardeş gelir.Yunus Emre, bir çok şiirlerinde Resûlü ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi, medh ü sena etmişdir. Bu onu ifade eder ki, onun görüşleri şeriata uygun olmalıdır. Başkaları tarafından uydurulan kısımlar, ona aid olmasa gerekdir. Bu hususta müteyakkız olunmalıdır.Hakkı gerçek sevenlere, hakikaten dünya, cennet haline gelir; çünkü onların gönüllerini Allah sevgisi öyle ihata eder ki, abes hiç bir şey göremezler. Severler, severler, severler gene severler, sevgi sözünden başka her konu onları, sıkar sıkar, huzurlarını alır. Sevgi tam kemal bulunca, o zaman yalnız Allah'ın sevdiğini severler, Allah'ın buğz ettiği müşrikleri, din düşmanlarını sevemezler, onlar da onlara buğz ederler, düşman bilirler.Denilmiştir ki; hakiki sevgi- muhabbet üç şeyle belli olur:1. Seven, sevdiğinin sözünü başkalarının sözüne tercih eder.2. Kişi, sevdiğinin sohbetini, başkalarının sohbetine tercih eder.3. Kişi sevdiğini memnun etmeği başkalarını memnun etmeğe tercih eder.ALLAH SEVGİSİNİN ZERRESİBir alime sorulur:- Aşık kimdir ve hali nedir? Cevab verir:- İnsanlarla az haşır- neşir olur. Rabbı ile daha çok başbaşa kalır. Görünüşü sessizdir. Fakat devamlı tefekkür halindedir. Baktığı zaman görmez, çağrıldığı zaman işitmez. Konuşulduğu zaman anlamaz. Başına bir felaket gelse üzülmez. Aç kalsa açlık hissetmez. Görünüşü pejmürdedir. Allah'dan başkasından korkmaz. Tenhalarda Allah'a münacaat eder. Dünyalık yüzünden, dünyacılarla çekişmez.Bir gün hazreti İsa bahçe sulamakta olan bir delikanlıya rast gelir. Delikanlı hazreti İsa'ya, "Sevgisinden kendisine zerre mikdarı vermesi için Rabbından istekde bulunmasını" ister. Hazreti İsa, zerre mikdarı Allah sevgisine dayanamıyacağını söyleyince, "O halde zerrenin yarısını versin!" der. Bunun üzerine, hazreti İsa, " Ya Rabbi! Bu delikanlıya zerrenin yarısı kadar sevginden ver!" der ve geçer gider. Bir müddet sonra gene aynı yere gelince, o delikanlıyı sorar. Halk:
- O delirdi, dağa çıktı, der.Hazreti İsa, o genci kendisine göstermesi için Allahü Teala'ya dua eder ve dağda, bir kayanın üstünde semaya yönelmiş olarak bulur. Selam verir, fakat genç selamı almaz. Bunun üzerine:- Ben İsa'yım, diye seslenir. Fakat Allahü Teala, hazreti İsa'ya vahy yoluyla buyurur ki:-Ey İsa, kalbinde zerrenin yarısı kadar benim sevgim bulunan bir kimse, insanların sözünü nasıl işitir. İzzetim ve celalim hakkı için söylerim, eğer o delikanlıyı testere ile kessen, bunun farkına varmaz.Kim üç şeyi iddia eder, üç şeyden kendini temizlemez ise o aldanmışdır.1. Allah'ın koyduğu ahlak esaslarına uymanın zevkliliğini söyler, fakat dünyanın sevgisini bırakmaz ise,2. Amellerini sırf Allah için yapmağı sevdiğini söyler, fakat insanların da kendisine tazim etmesinden hoşlanır ise.3. Allahü Teala'yı sevdiğini söyler, fakat nefsini terbiye etmez ise o kimse aklanmıştır.Bir kimseyi görmüşler ki bin kamçı darb olundukda ne söyledi ne de ah eyledi. Badehu (sonra) hapis olunduğunda ona demişler ki:- Niçin darp olundun (dövüldün)? Cevaben demiş ki:- Aşıkım, onun için darp olundum. Aşıkın kolu kanadı aşktır. Mebde'i, matlab'ı ve mead'ı aşkdır. Aşıkın nur-u dîdesi aşkdır. Ânın sûrûr'u sînesi aşkdır. Aşıkın ruh'u atitab-ı rüşendir. Alem anın çeşminde gülşendir. Aşık aşk ile her muradın almıştır. Akıl akılla mahcûb kalmıştır. Akl-ı insan hicab-ı dîde-i candır. Anınla esrar-ı aşk ondan nihandır. Çünkü cam-ı aşk ile, can sekran olur. Akıl ol, zaman hayran olur. Esrar-ı nihan can'a ayan olur. (Ma'rifetname)ALLAH SEVGİSİNDE SADAKAT GÖSTERENLERGene sevgi hakkında, Abdülkadir Geylanî kuddise sirruhu buyurur:
- Zahidler cennette yerler. Arifler, kendileri dünyada bulunduklan halde yerler.Allah'ı sevenler ise dünyada da yemezler, ahiretde de. Onların yiyecekleri de, içecekleri de, Rabbları ile olan ünsiyetleri, ona yakınlıkları, ve onun cemaline nazarlandır, bakışlarıdır. Onlar, önce ahiret karşılığında, dünyayı satmışlardır. Allah'a olan sevgide sadakat gösterenler dünyayı da ahireti de satmışlardır. Onlar yalnız Allah'ı isterler. Ondan gayrı hiç birşeyi istemezler. Alışveriş işi tamamlandığı zaman, Allah'ın keremi galib gelir. Bunun üzerine, sırf bir mevhibe olarak dünyayı da ahireti de, onlara tekrar verir ve almalarını ister. Onlar da dünyayı da, Ahireti de, dolgun olmalarıyla beraber, hatta her ikisinden de müstağni bulundukları halde, sırf Allah'ın emrinden dolayı bu ikisini de alırlar. Bunu sırf kadere uymak ve ona karşı hüsn ü edeble hareket etmek için yaparlar. Allah'ın emri üzerine dünyayı da, ahireti de kabul edip, bu esnada şöyle derler:- Biz bunları kabul ediyoruz. Hiç şüphe yok ki, sen, bunları alırken neyi murad etdiğimizi biliyorsun. Ey rabbımız sen biliyorsun ki, biz senden razıyız, yalnız seninle tatmin oluruz. Senden gayrısı ile hiç bir rabıtamız yoktur.Biz açlığa, susuzluğa çıplak kalmağa hor ve hakir görülmeğe razıyız... Senin kapında atılmış olmağa da razıyız.Onlar, bütün bunlara razı oldukları ve nefsleri ile beraber, Allah'ın huzurunda sükünete erdikleri zaman, Allahü Teala onlara, rahmet nazarı ile bakar. Kendilerini zilletden sonra aziz kılar. Fakirlikten sonra zengin yapar. Onlara dünya ve ahiret kendi zatının yakınlığını bahşeder.Bunlar azın da azıdır. Kemalatın zirvesine ulaşmış, Mürşid-i kamiller'dir.Ebû İdris el-Hülam hazretleri, Muaz ibni Cebel radıyallahü anh'a:- Ben seni Allah için çok seviyorum.dediği zaman Muaz radıyallahü anh Resûlullah'dan rivayetle şunları söyledi:- "Cenab-ı Hakk, bir gurub insan için kıyamet günü arşın etrafında kürsîler hazırlar. Diğer insanlar korktuğu halde, onlar kendilerinden emin bir vaziyette bulunurlar. İşte onlar, kıyamet günü, üzerlerinde korku olmayan ve mahzun da olmıyacak olan Allah'ın velî kullarıdır? Bunun üzerine:- Onlar kimlerdir ya Rasûlallah? diye soruldu.Ve efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem: - Allah için birbirini seven, Allah yolunda sevişenlerdir, buyurdu.Hazreti Übâde b. es-Samit, Resûlü ekrem sallallahü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder.:- Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: Benim yolumda birbirini seven, benim için birbirini ziyaret eden, benim rızam için birbirine bağışda bulunan ve yalnız benim için birbiriyle dost olan kimselere muhabbetini gerçekleşmişdir.Abdülkadir Geylanî kuddise sirruh hazretleri buyurur:Kul Allah'ı tanıdığı zaman insanlar onun kalbinde yer etmez, çıkar. Ve tıpkı kuruyan yaprakların, ağaçtan dökülmesi gibi dökülürler. Böylece onun kalbi, insanlardan tamamen arınmış, temizlenmiş olarak kalır. Bu mertebeye ulaşan kişi, kalbi ve özü yönünden insanlara karşı kördür, sağırdır, onları görmez, sözlerini işitmez... Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:- Sizden Allah'a en sevgili ve en yakın olanınız, başkaları ile kaynaşan ve kendisi ile kaynaşabilinen insandır. Mü'min de başkaları ile dost olan ve kendisi ile dostluk kurulabilendir.Buradaki bu inceliğe dikkat etmek lazımdır. O da: Allah için uzleti ve yalnızlığı tercih eden ve toplumdan uzak, tek başına yaşayan kimseden başkaları ile dost olan ve kendisi ile dostluk kurulabilen kişiliğin ve bu özelliğin gitmemesi gerçeğidir. Resulü ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, burada insanda doğuştan bulunan ahlakî bir yapıya işaret etmişdir. Böyle bir ahlak, ehliyet ve kabiliyet bakımından yetkili olan, herkesin yanında kemale erebilir. İnsanlar arasında bu vasfa en fazla sahib olanlar, önce peygamberler sonra da velîlerdir. Hepsi içinde ülfet bakımından en üstün olanı da şüphesiz Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemdir.Hangi peygamberin çevresi ile ülfeti daha çok ise, ümmeti de o kadar çokdur. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem ise, onlar içinde ülfeti en üstün, ümmeti de en çok olandır. Bu yüzden:- Evleniniz! Çoğalınız! Çünkü ben sizin çokluğunuzla, kıyamet günü diğer ümmetlere karşı öğüneceğim" buyurmuştur.Abdullah bin Mes'ûd radıyallahu anh'dan:Peygamberimiz sallallahü aleyihi ve sellem buyurmuşdur ki:
- Allah yolunda ve yalnız Allah için birbirini sevenler tepesinde yetmiş bin oda bulunan, kırmızı yakutdan yapılmış kuleler üzerinde bulunurlar. Bunlar cennet ehline doğru yöneldikle-rinde onların güzellikleri, cennet ehlini, güneşin dünya ehlini aydınlatdığı gibi aydınlatır. Cennetlikler onlara: "Bize doğru dönün de, Allah yolunda birbirini sevenlere bir bakalım..." derler. Onlar cennet halkına yöneldiği zaman, güneşin, dünyayı aydınlattığı gibi onların güzelliği de cennet ahalisini öylece aydınlatır. Üzerlerinde yeşil ipekten yapılmış elbiseler vardır. Alınlarında da "İşte bunlar Allah yolunda ve Allah için birbirlerini sevenlerdir yazılıdır." (el-Camiu's-Sağîr, II, 18.)SEVGİNİN BEDELİ(Mukaşefetü'l-Kulüb'dan)Mü'minlerin Allah'ı sevmesi, onun emrine itaat etmeleri, ve sadece onun rızasını gözetmeleri demektir.Allah'ın müminleri sevmesi ise, onları afvetmesi, mükafatlandırması, rahmet ve tevfikiyle onlara ikramda bulunması demekdir.Rabia-i Adviyye şöyle buyurur:İsyan edersin, sonra da dersin "Severim"Bu halin acaibdir, yemin ederimİtaat ederdin, sevseydin. gerçekten Sevdiğine mutlaka itaat eder seven. Şibli hazretleri şöyle der:- Muhabbet ehli sevgi kâsesinden içer, yeryüzü ve şehirler, onlara dar gelir. Allah'ı hakkıyla tanırlar, azametinden korkarlar. Kudretine hayret ederler, Allah sevgisi kasesinden içerler, O'nun ünsiyet denizinde boğulurlar. Ve gene onun münacaatı ile lezzetlere gark olurlar. Daha sonra aşağıdaki beyti söyler:Senin muhabbetini hatırlamak esritdi beni, Hiç gördün mü sevib de, sarhoş olmayanı. Derler ki:
- Deve sevgiden dolayı sarhoş olduğu zaman kırk gün yem yemez. Daha önce götürebileceği yükden, kat kat fazla yük yüklense hiç tınmaz. Çünkü kalbine, sevgilisinin muhabbeti hü***** etdiği zaman, yemi sevmez. Sevdiğine kavuşma aşkıyla ağır yüke aldırmaz.Şimdi düşün ey insan! Bir deve sevdiğine kavuşmak için yemeği, içmeği terkeder, ağır yüklere tahammül ederse. Sen Allah aşkı için, haram olan şeylerden neye kaçınmaz, Allah aşkı için oburca yiyib-içmekten neye vazgeçmezsin? Gene Allah aşkı için nefsine bazı mükellefiyetler yüklemezsin, eğer bu söylenenlerden hiç birini yapamazsan, o zaman sen, ne dünyada ne ahiretde ne halk yanında ve ne de Allahü Teala'nın yanında bir faidesi olmayan, manasız kuru bir dava peşindesin!

ALLAH İÇİN SEVEN VELİ KULLAR

Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor:Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:“Allah-u Teâlâ’nın kullarından öyleleri vardır ki –onlar ne peygamberlerdir ne de şehidler– kıyamet günü Allah katındaki makamlarından dolayı hem peygamberler hem de şehitler o kullara imrenirler. Sahâbe:–Ey Allah’ın Resûlü (s.a.v.) onlar kimdir, bize anlat?! dediler.Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:–Onlar, aralarında herhangi bir akrabalık ya da ticari bir ilişkisi olmadığı halde, sırf Allah’ın rızası için birbirlerini seven bir topluluktur. Vallahi onların yüzleri nur gibidir. Nurdan tahtlar, koltuklar üzerine kurulup otururlar. İnsanlar korkuya kapılırlarken onlar asla korkuya kapılmayacak; insanlar hüzünlenirlerken onlar kesinlikle hüzünlenmeyeceklerdir. (Ardından şu ayeti okudu:)“İyi bilin ki Allah’ın veli kullarına asla korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de.”[1]İnsanlar arasındaki ilişkiler iki temel üzerine kurulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) bize böyle haber vermiştir.Akrabalık.. “...aralarında bir akrabalık olmadığı halde...”Maddi çıkar.. “...ya da aralarında ticari bir ilişki olmadığı halde...”İnsanlar arasındaki ilişkileri iyiden iyiye inceleyenler, bu peygamberî sözün bütünüyle doğru olduğunu hiç şüphesiz görecektir. İnsani ilişkilerin temeli, akrabalık ve maddi çıkar olarak belirecektir.Bu iki esas, insanların hayâtında doğru konumlarına oturur, olmaları gereken yerde olurlarsa düzen, emniyet ve güvenin gerçekleşmesini sağlarlar.Fakat...Akrabalık ve maddi çıkar üzerine kurulu ilişkilerden çok daha yüce, çok daha üstün olan ve insanı hayâtın, maddenin kir ve pisliğinden çekip alarak vicdani temizliğe ulaştıran bir ilişki türü daha vardır.Bu dereceye, ancak Allah için seven mü’min kullar ulaşabilir.Sevgili gençler...Sizler peygamberlerin Allah katındaki derece, makam ve saygınlıklarını hiç şüphesiz biliyorsunuz. Dünya hayâtını çok ucuz bularak canlarını Allah yolunda satan şehidlerin makam ve mevkilerini de biliyorsunuz.İşte o peygamberler ve şehidler, ahirette Allah katında sahip oldukları makam ve mevkilerinden dolayı Allah’ın birtakım kullarına imrenir, onlara gıbta ederler. O makam, Allah’ın veli kullarını bütün hücrelerine varıncaya kadar dörtbir yandan kuşatıp bürüyen nur makamıdır...İşte o insanlar Allah’ın veli kullarıdır!Allah’ın kendileri hakkında “İyi bilin ki Allah’ın veli kullarına asla korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de”[2] dediği veli kullardır.Çünkü gönüllerini, yüzlerini ve ruhlarını engin bir nur okyanusu kaplamıştır. Onlar burada emniyet, güven ve iç huzuru bulmuşlardır. Onlara artık ne korku ulaşabilir ne de hüzün.Sevgili gençler...Peki niçin?!Çünkü insan kalbi gerçekten Allah’a olan sevgisinde samimi olur ve hareket halindeyken, durgun, uyanıkken ve uykuda, uzanmış yatarken ve ayakta iken, görmesinde, işitmesinde ve çalışmasında sürekli olarak bu sevgiyi iç dünyasında hissederse bu sevginin ışınları ondan bütün kainata, mahlukata ve mevcudata doğru yayılır. Böylece her şeyi, bu içten ilahi sevgi terazisiyle ölçüp tartar. Bütün varlığını bu sevginin üzerine kurar.Sizler çocukça, masum ve temiz halinizle gerçekten büyüklerden daha çok o veli kullardan olabilirsiniz. Çünkü -canlarım- sizler, henüz halkın örf ve gelenekleri içinde kaybolup gitmediniz. Maddi çıkar sebepleri ve neticeleri sizi etkisi altına almadı. Çıkarcı ilişkiler size baskın gelmedi.Büyük sahâbî Süheyb b. Sinan el-Rûmi’nin (r.a.)yaşam hikayesini, Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında gösterdiği tavrı bilmelisiniz?!Gerçekten Süheyb, Mekke’de çok büyük bir servetin sahibiydi. Son derece zengin idi. Hicret edip Medine’de Hz. Peygamber’e (s.a.v.) katılmak istediğinde Kureyşliler yolunu kestiler. İçlerindeki akılsızlar, onun geçmişteki fakirliğini ve köleliğini yüzüne vurdular. Onlar bu sözleriyle, sahip olduğu serveti ima ediyorlardı.Süheyb, anlamlı anlamlı Kureyşlilere baktı. Sonra bütün servetini onlara terketti. Onlar da Süheyb’i bırakarak yoluna devam etmesine izin verdiler.Süheyb, Allah’ı ve O’nun sevgisini bütün dünya servetlerine tercih etti; bu uğurda ne ailesini önemsedi ne de başkalarını. Acaba, Hz. Peygamber (s.a.v.) onu Medine’de karşıladığında ona ne söyledi?!Hz. Peygamber (s.a.v.) onu görünce tebessüm etti ve dudaklarından şu sözler döküldü:“Ey Ebû Yahya! Kârlı bir alışveriş oldu!.. Ey Ebû Yahya! Kârlı bir alışveriş oldu!..”Sevgili gençler...Faziletli dostlar...Evet... faziletli, felâha ermiş, kâr eden insanları örnek almanızı ve Allah’ın rızası uğrunda sevenler makamına yükselmenizi istiyoruz. Hiç şüphesiz bu, kendilerine peygamberlerin ve şehidlerin bile imrendiği veli kulların makamıdır

İSLAM YUMUŞAKLIK DİNİDİR

Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor:
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Allah yumuşak huylu ve naziktir. Bütün işlerde yumuşaklık ve nezaketi sever.”
Buhârî ve Müslim
Bir önceki hadis-i şerîfte yer alan aile ve akrabaya yumuşak davranma ahlâkını ele almıştık. Bu hadis-i şerîfte ise, bir derece daha ileri giderek, bütün işlerde yumuşak ve nazik olma vasfını anlatacağız.
Bütün işlerde yumuşak ve nazik olmak niçin?!
Çünkü Allah yumuşak huylu ve naziktir.
Yumuşaklık; nezaket, şefkat ve acıma duygularından kaynaklanır.
Çünkü Allah-u Teâlâ, en yüce nazik dosttur. Bunu yüce Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) bize böyle öğretmiştir.
Nasihatın özünden uzaklaşmak ya da sözü çok fazla uzatarak hedefinden sapmak istemiyorum.
Çünkü Allah yumuşak huylu ve naziktir. Bundan dolayı her işimizde ve her halimizde bize kolaylık gösterir, hoşgörü ile davranır. Himayesi bizi dört bir yandan sarar, şefkat ve merhameti bizi çepeçevre kuşatır. Varlık âlemindeki en küçük atomdan, sonsuz kainata ve ezelden ebede kadar içine alır bizi kuşatır.
Bu yüzden... kendimize, diğer insanlara, eşyaya ve hayvanlara kolaylık gösterip yumuşak davranmamız ve nâzik olmamız farzdır.
Bütün hal ve hareketlerimizde, bütün işlerimizde kendimize karşı yumuşak ve nazik davranırız. Zira Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükler ve ancak onunla yükümlü tutarız.”[4]
Irkı rengi ve yaşı ne olursa olsun bütün insanlara yumuşak ve nazik davranırız.
Allah’ın bizim için, yaşantımızı kolaylaştırsın diye yarattığı eşyaya da yumuşak ve nazik davranırız.
Aynı şekilde hayvanlara da...Yumuşaklık ve nezaketi Allah’ın Kitab’ında bizim için koyduğu prensipler ve kriterler çerçevesinde ve sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) sünneti doğrultusunda belirler ve bir disipline bağlarız. Bu konuda en küçük bir ifrat ve tefrit, aşırılık ve gevşeklik göstermeyiz. Her işimizde ve davranışımızda akıl ve mantığı hakem yapar, bunların gösterdiği doğrultuda hareket ederiz

TASAVVUF NEDİR?

Tasavvuf nedir?
Soru: Tasavvuf nedir, yeni mi çıktı?
Cevap: Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötülüklerden temizlemek demektir. İnsanın kalbini, Allahü teâlânın muhabbetine bağlamak, Resûlullahın söz, hareket ve ahlâkına uymak, yolundan gitmektir. Kalb ile yapılması ve sakınılması gerekli şeyleri ve kalbin, rûhun, kötülüklerden temizlenmesi yollarını öğreten ilme, tasavvuf ilmi denir. Îmânın yerleşmesini, fıkıh ilmi ile bildirilen ibâdetlerin severek, kolaylıkla yapılmasını ve Allahü teâlânın sevgisine kavuşmayı sağlar. Tasavvuf ilmine, Ahlâk ilmi de denir. Âlimler tasavvufu çeşitli şekillerde ta'rîf etmişlerdir. Ba'zıları şöyledir:
Tasavvuf, güzel ahlâktır. (İ. Kettânî)
Tasavvuf, kalbi temizlemektir. (Ebû Ali Rodbârî)
Tasavvuf, edebe riâyettir. ( Ebû Muhammed Cevîrî)
Tasavvuf, i'tirâzı bırakıp, emredilene peki demektir. (Ebû Sehl Sa'lûkî)
Tasavvuf, nefsin kötü isteklerini terk etmektir. (Ebû Hüseyn Nûrî)
Tasavvuf, faydasız işleri terk etmektir. (Ebû Saîd İbni Arabî)
Tasavvuf, vakti değerlendirmek ve vaktin kıymetini bilmektir. (İbni Osman Mekkî)
Tasavvuf, Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. (Cüneyd-i Bağdâdî)
Tasavvuf, kimseye ezâ ve cefâ vermemek, herkese lütûf ve ihsânda bulunmak, hastalık ve musîbetleri herkese izhâr etmemek, düşmanlarını affetmek, insanlık mertebesinin en yüksek derecesine kavuşmayı usûl ittihaz etmektir. (Ahmed Şirbâhî)
Güzel ve çirkin huylar
Kalbin, kötü huylardan temizlenmesi için, Allah için olmayan herşeyin sevgisini kalbden çıkarmak gerekir. Bu yolda ilerlemek Peygamberlerin ahlâkındandır.
Kötü sıfatlar, câhillik, öfke, riyâ, kin, hased, kibir, ucup cimrilik, mal ve makam sevgisi, övülmeyi sevmek, ayıplamaktan korkmamak, sû-i zan, övünmek gibi şeylerdir.
Güzel huylar, ilim, tefekkür, rızâ, hayâ, tevâzu, merhamet, mürüvvet, cömertlik gibi güzel işlerdir.
Hak yolunda ilerlemekten maksat, kötü sıfatlardan kurtulmak ve güzel huylarla süslenmektir.
Tasavvuf, Yahudi veya Yunan filozoflarının uydurması değildir. Tasavvuf bilgilerinin hepsi Resulullahtan gelmektedir. Bunların isimleri sonradan konulmuştur. Resûlullahın, Peygamber olduğu bildirilmeden önce, kalble zikrettiği mu'teber eserlerde yazılıdır.
Zikir ve nefs muhasebesi, Resûlullah ve Eshâb-ı kirâm zamanında da vardı. Hicrî 2. asır sonlarında, Ehl-i sünnetten, kalblerini gafletten koruyanların ve nefislerini Allaha itâ'ate kavuşturanların bu hâllerine Tasavvuf ve kendilerine Sofî ismi verildi. Kendine ilk defa sofî denilen zât, Ebû Hâşim Sofî'dir.
Tasavvuf, İslâm ahlâkı ile ahlâklanmak için lâzım olan bilgileri öğreten bir ilimdir. Tıp ilmi, beden sağlığına âit bilgileri öğrettiği gibi, tasavvuf da kalbin, rûhun, kötü huylardan kurtulmasını öğretir, kalb hastalıklarının alâmetleri olan kötü işlerden uzaklaştırır, Allah rızâsı için güzel iş ve ibâdet yapmayı sağlar. Zaten dinimiz, önce ilim öğrenmeyi, sonra buna uygun iş ve ibâdetin Allah rızâsı için yapılmasını emreder. Kısaca din, ilim, amel ve ihlâstan ibârettir.
Huzûra kavuşmak için
Dünya ve âhıret iyiliklerine, rahat ve huzûra kavuşmak için birinci olarak doğru bir îmân sâhibi olmak gerekir. Doğru bir îmâna kavuşmak için, Ehl-i sünnet i'tikâdını öğrenmek ve inanmak gerekir.
İkincisi, insanların saâdeti için lâzım olan şey, dinin emîr ve yasaklarını öğrenmektir. Dînimizde bildirilen helâlı, harâmı ve diğer husûsları öğrenmek ve buna uygun hareket etmektir.
Üçüncüsü, kalbin kötülüklerden temizlenmesi ve nefsin terbiye edilmesidir. Nefs hep kötülük yapmak ister. Onun bu isteklerinden kurtulmak ve Allah sevgisini kalbe yerleştirmek için, tasavvuf âlimlerinin eserlerini okuyup amel etmek lâzımdır.
Bir kimse doğru îmâna kavuşur, dinin emîrlerini seve seve yerine getirirse enbiyâya, evliyâya ve melâikeye benzer ve onlara yaklaşır. Aynı cinsten olan şeyler, birbirini çektiği gibi onlar tarafından yanlarına çekilir. Çok büyük bir mıknatısın bir iğneyi çekmesi gibi onu yüksekliklere çekip Cennete kavuşmasına sebep olurlar.
Ma'nen yükselmek dünya ve âhıret saâdetine kavuşmak bir uçağın uçmasına benzetilirse, îmân ile ibâdet, bunun gövdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi, ya'nî benzinidir. Tasavvufun iki gâyesi vardır: Birincisi, îmânın yerleşmesi ve şüphe getiren tesirlerle sarsılmaması içindir. Âkıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlendirilen îmân böyle sağlam olmaz. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Kalblere îmanın yerleşmesi ancak ve yalnız zikir ile olur.) [Ra'd 28]
Zikir, her işte, her harekette Allahü teâlâyı hatırlamak, O'nun rızasına uygun iş yapmak demektir.
İkinci gâyesi, ibâdetlerde kolaylık, lezzet hâsıl olması için, nefisten doğan sıkıntıların giderilmesidir. İbâdetleri kolaylıkla, seve seve yapmak ve günâh olan işlerden de nefret edip uzaklaşmak, ancak tasavvuf ilmini öğrenip, bu yolda ilerlemek ile mümkündür.
İmâm-ı Mâlik hazretleri buyurdu ki:
(Fıkhı öğrenmeden tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkhı öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at sahibi, sapık olur. Her ikisini edinen hakikate kavuşur.) [Merec-ül bahreyn]

HACI BAYRAM VELİDEN NASİHATLER:

"İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsanız, çarşı ve pazarlarda sık sık bulunmayınız."
"Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır."
"Allah'a isyân yolunda, hiçbir kimseye yardım etmeyiniz."
"Küçük çocukları seviniz, başlarını okşayınız. Onları sevindiriniz ki, Peygamber efendimizin emrini yerine getirmiş olasınız."
"Çarşıda ve câmi avlusunda bir şey yemeyiniz. Yol ortasında durmayınız. Ticâret erbâbının dükkânlarında uzun müddet oturmayınız."
"Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok çalışın. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalbleri şeytanın konağı olur."
"Helâlinden kazanıp, ondan fakırlere cömertçe veriniz."
"Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız. Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız."
"Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyâret ediniz."
"Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın, sırlarını ifşâ etmeyiniz. Çünkü gördüğünüz bu sırlar, size emânettir. Emânete hiyânet ise, çirkin bir harekettir."
"Âlim ve velîlerin kabirlerini ziyâret ediniz. Zîrâ o büyükler, kendilerini ziyâret edenlere şefâat ederler."

KARYAĞDI HATUN

Ankarada Şimdiki opera meydanı adıyla anılan meydandaki Karyağdı Hatun türbesinde yatmakta olan kişi onbeşinci yüzyılın ortalarında yaşamış olan Karyağdı Hatun Adıyla anılan kişidir. Türbede birde kitabe var, Ah! vaveylâ ki cellâd felek Hâke saldı bu güli nazikteri Cennetinden kabrine revzenler aç Rahmin ile bula daim ruşeni Erdi hâtiften de anın tarihi Cilvegâhı ola cennet gülşeni Hikâye şöyle; Ankara'nın en güzel kızlarından biri al duvak takınıp gelin olmuş.Vardığı genç yağız yakışıklı bir Ankara efesi, kadir-kıymet bilir bir kişiymiş. Birbirlerini pek sevmişler, pek anlaşmışlar. gel zemen git zaman aradan vakitler geçmiş , gelin kızın al duvağı solmadan kaynata, kaynana başlamışlar tazenin yüzüne bakmaya... Bir torun istiyorlar, gelin gibi elâ gözlü, oğul gibi çatık kaşlı, koçyiğit, nurtopu bir torun!. Günün birinde evin yaşlıları gelin kızın betine benzine bakmışlar da işi anlayıvermişler; Allah izni, pirler himmeti ile gelin hanım hamileymiş meğer! Eh! aş ermek kadın töresinde haktır, helaldir, ayıplayanın başına tez gelir. Bizim gelinde aş eriyor diye kimse ayıplamaz. ayıplamaz ama yavrucak öyle bir şeye aş erer ki bulup buluşturmak müşkülün müşkülü. Çünkü taze gelin, ağustos ayında kar ister. Herkes yayla güneşinde buram buram terlerken o, ortalığa yağan lapa lapa kar rüyaları görür.. Gecenin ortasında içini bir ateş basar dudakları suya hasret kalan bozkır toprağı gibi şahrem şahrem yarılır. Kızcağız kâh ağlar sızıldanır, kâh utanır, susar. Ama onunla birlikte kocasıda yanar. yakılır., döner dönenir. Elinden gelen olsa esirgemeyecek, dağları devirecek. Kar bu; yola bele dayanmaz ki... Gidip uzaklardan getire. O zaman Şimdiki gibi kolaylıklarda yok , ne buz dolapları, nede insanı bir iklimden diğerine götürecek uçaklar. Kadıncağız, gündüz hayalinde kar helvaları yiye; gece düşünde kardan adamlarla güreşe boğuşa bebeğini büyüte dursun, artık bir an gelmiş dayanamaz olmuş. Herkesin mışıl mışıl uykuya vardığı bir sıra bahçeye çıkıp hem ağlamış hem istemiş: "Allahım" demiş; Her şey senin elinde! Sen, ol deyince gökyüzünden karda yağar, nur da yağar! Ver Allahım! lâpa lâpa kar ver, avuç avuç kar yiyeyim, içimin şu bitmez yangını sönsün.Allahım! Allahım! Kar ver Allahım! Bu an hacet kapılarının açık olduğu mutlu bir anmıydı? Yoksa gelinin yanık sesi hacet kapılarını ardına mı dayadı, kim bilir?!. Bazı işler Allah ile kul arasında sırdır, ne olmuşsa olmuş işte, lâpa lâpa kar yağmaya başlamış. Tam gelinin rüyasında gördüğü gibi! Yerler bembeyaz olmuş "Kar geliyor, nur geliyor" diye sevinçden iki gözü iki çeşme sel sel ağlayan hatun, avuçlarını açar ığıl ığıl inen karları şahrem şahrem dudaklarına götürürmüş. Kar yağmış, gelin yemiş, ta... gün ağarıncaya kadar. Ertesi sabah Ankara'yı bembeyaz karlar içinde görenler büyük bir şaşkınlığa uğramışlar ama , Allah'a sözünü geçiren gelinin hikâyesi de çabucak ortalığa yayılıvermiş. Hikâyesi diyoruz çünkü gelinimiz hastadır. Yediği kar ona dokunmuş, yatağa düşmüştür. Kaynanası, kenarı pullu duvağı torununun beşiğine örtmeyi arzuluyordu ama gelinin tabutuna örtmek nasipmiş. Türbedar nine - Türbenin üstüne her gece , cümlenin derin uykulara vardığı saatlerde bir şey yağar; karmı yağar , nurmu yağar bilmem artık, yere düşmeden kaybolur gider diye ekler

ALLAH DOSTU



KEPENEKZADE HACI OSMAN NURİ EFENDİ HAZRETLERİ
1319 Rumi 1903 Miladi senesinde Denizli'de dünyaya teşrif etmiş olup babası Denizli eşrafından Kepenekoğullarından Mehmet Efendi annesi ise özkardeş kızı Ayşe hanımdır. İbtidai Rüştiye ve İdadi (ilk, orta,lise) mekteplerini başarı ile bitirmiştir. Bundan sonra baba mesleği olan debağatla iştigal etmiş askerliğine kadar babasının yanında çalışırken bir taraftanda dini bilgisini geliştirmiştir. Askerlik dönüşü ticaretle meşgul olmuş bu arada Denizli'nin tanınmış ailelerinden Nazire Hanimefendi ile evlenmiştir. Bu evlilikten iki kerimeleri hayatta olup nesli paklerinin bunlardan devam ettiğini görüyoruz.
Ticaretle iştiğalin yanısıra bir yandan da Musa Mahallesi amii Şerifinde fahri İmam-Hatiplik görevini yaparken asaleten aynı camiye tayini yapılmış 23 sene de kadrolu olarak devam etmiştir. geçen zaman içerisinde bu hizmetleri ifa ederken de boş durmamış zamanın kıymetli hocalarından tasavvufa ait bilgiler elde etmisse de doyurucu olmamış, tasavvuf ilimden ziyade hal olduğu için bir hal ehli bulasıya kadar aramış ve sonra da aradığını bulmuştur.
Şems-i Tebrizi'yi Tebriz'den Konya'ya gönderen güzel Mevla Van Erdiş'den evladı Rasülden olan Seyyid Muhammed Hacı Hafid Efendi hazretlerini Denizli'ye göndermiş ve böylece aşık maşukuna kavuşup muratlarına ermişlerdir.Nitekim aşağıda ki dörtlükte belirtildiği gibi;
BÜYÜKLERLE DOLU KALBİN
HEP HAKKADIR SENİN SEVGİN
TA ERDİŞ'TEN HAFİD PİRİN
ARADIĞIMI BULDUM DİYOR.
Ve böylece uzun yıllar hazreti Muhammed Hafid Arvasi Hazretlerine hizmet ediyor. Her işte onun yardımcısı oluyor. Muhterem Hacı Muhammed Hafid Efendi Hazretleri ahirete irtihal etmeden irşada görevlendirip her türlü yetki ve tasarruflarını ona tevdi ediyor. Haseb ve nesep bakımından da güzel Peygamberin (S.A.V) nesli pak-i olan Mürşidi ile karabet kurupakrabalık şerefine nail olmuştur.
Muhterem Hacı Osman Nuri Hazretleri fasılasız olarak ömrünün sonuna kadar dükkanında ve evinde sohbetlere devamlı gece gündüz demeden, usanmadan, yorulmadan halkı Hakk yola irşad etmiş olup on binlerce talibi hakka ittiba ettirmiştir. Bu güzel hizmetleri yaparken en büyük destek ve yardımı, Muhtereme zevceleri saliha insan Hacı Nazire Hanımefendiden görmüştür. Muhtereme zevcelerinin 15 Temmuz 1980 tarihinde Hakkın rahmetine kavuşması ve yaşının epeyce ilerlemesine rağmen H. Osman Nuri Hazretleri Hakk hizmetinden bir nefes bile geri kalmamıştır.
Bu arada istirahat için Bursa'ya gitmiş Bursa'da 1981 yılı Temmuz ayının sekizinci Çarşamba Hicri 1401 Ramazanı Şerifin altıncı günü İmsaktan sonra oruçlu olarak hakkın rahmetine kavuşmuştur. Allah garik-i Rahmet eylesin ve şefaatlarına cümlemizi nail eylesin.
Bursa'dan Denizli'ye mübarek naaşı getirilmiş Perşembe günü hane-i saadetlerinde anılarak on binlerce sevenlerin omuzunda ulu Camii ye getirilip orada öğle namazını müteakip cenaze namazı kılındıktan sonra ebedi istirahatgahı olan asri mezarlıkta ki türbesine tevdi edilmiştir.Türbesi devamlı olarak her gün ziyaret edilmektedir. Kaber taşında ise şöyle ibretamiz bir mısra yazılıdır;
İBRET ALSA İNSAN CİHANDA GÜLMEZ
MEVLA ÖYLE BUYURUR VELİLER ÖLMEZ
TALİPLERİ İRŞAD EDEREK ÇOK VERDİ EMEK
MÜRŞİTLERİN KAMİLİ HACI OSMAN KEPENEK
OKU RUHUNA BİR FATİHA ÜÇ İHLAS
BUYDU KULLAR İÇİNDE HAS VE HAVAS...